ATATÜRK'ÜN "NUTUK"UNU OKUYUN VE OKUTUN (
* )
29 Ekim 1955
Cumhuriyet 29 Ekim 1923'te
ilan edildi. Demek bugün 32 yıl bitip 33'e giriyor. Resmî bayram. Bunun
manasının bilhassa genç nesle anlatmak lazım. Her zaman söyledim, gene
tekrar edeyim; bunu en iyi anlatacak, onu kuran, Atatürk'tür. Fakat kendisini
nereden bulacağız da Cumhuriyeti anlatmasını dinliyecegiz? O, şimdi ebediyetlerde.
Evet ama sözleri hala aramızda, canımızda ve idrakimizdedir, Bize bıraktığı
çağdaş Türkiye'nin kuruluş tarihi büyük "Nutuk'tadır. Nutuk, ders
kitabı gibi okullarda, üniversitelerimizde okutulmalı, metinleri şerhedilmelidir.
Bu vesile ile gene o kitabı elime aldım. Dalıp okumuşum. Sahifeler ve
sahifeler beni alıp götürdü, içinde ne yok? Bugünkü meselelerimiz dahil
olmak üzere her davamız orada yer bulmuş. Bizim gibi eskiler için ifadesi
de açık. Hele fikir, keskin ve kesin. Fakat bugünkü nesle sözlerim biraz
açmak gerekiyor. Öğretmen meslektaşlarıma, öğrenci evladlarıma en büyük
bayramlarını kutlama için "Nutuk" tan bir parçayı bugünkü dile
döndüreyim ve onlara armağan edeyim, dedim. Bilmem, makbule geçecek mi?
Atatürk, "Nutuk" un başında. Birinci Dünya Harbi'nde yenilmemizi
takib eden devreyi anlattıktan sonra kurtulma için üç türlü kararın ortaya
atıldığını söylüyor. Bunlar:
1- İngiltere himayesini istemek,
2-Amerika mandasını istemek,
3- Mahalli kurtuluş çarelerini aramak. Şimdi Atatürk'ü dinliyelim:
"Efendiler:
Ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların istinad
ettiği bütün deliller ve mantıklar çürüktü; esas-sızdı. Hakikat halde,
içinde bulunduğumuz tarihte Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü
tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri, tamamen parçalanmıştı. Ortada bir
avuç Türk'ün barındığı bir Ata yurdu kalmıştı. Son mesele, bunun da taksimini
teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun istiklâli, Padişah,
HÂlife, Hükümet, bunların hepsi, medlûlü kalmamış manasız elfazdan ibaretti.
Nenin ve kimin masuniyeti için kimden ve ne muavenet isteniyordu. O halde
ciddî ve hakikî karar ne olabilirdi?"
"Efendiler;
Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli hakimiyete müstenid,
kayıdsız. şartsız, müstakil bir Türk Devleti kurmak...
"Bu kararın dayandığı en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi;
Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu esas ancak tam istiklale mÂlik olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin
ve müreffeh olursa olsun istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlığın
önünde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz. Ecnebi
bir devletin himaye ve sahabetini kabul etmek, insanlık vasıflarından
yoksulluğu, aciz ve meskeneti itiraftan başka bir şey değildir. Filhakika
bu derekeye düşmemiş olanların istiyerek başlarına bir ecnebi efendi getirme-lerine
asla ihtimal verilemez."
"Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzeti nefsi, kabiliyeti çok yüksek
ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir.
Binaenaleyh ya istiklal, ya ölüm!..."
"İşte hakiki kurtuluş istiyenlerin parolası bu olacaktı."
"Biran için, bu kararın tatbikatında muvaffakiyetsizlige uğranı-lacağını
farzedelim. Ne olacaktı? Esaret!..."
"Peki efendim, diğer kararlara mutavaat hÂlinde netice bunun aynı
değil miydi?"
"Şu fark ile ki, istiklâli için ölümü göze alan millet, insanlık
haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakarlığı yapmakla teselli bulur
ve tabii esaret zincirini kendi elile boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz
bir millete nazaran yâr ve ağyar nazarındaki mevkii farklı olur."
Yapan, başaran adam, yapıp başardığını ne
güzel anlatıyor, değil mi? Her zaman, herkesten çok O'nu dinlemeliyiz.
O'nun sözleri üstünde düşünmeliyiz. Kafi derecede O'nu öğretmiyoruz. Öğretmeliyiz.
Ona, türlü sebeplerle en karşıt olanlar bile başları sıkıştığı zaman gene
O'na sığınmaktadırlar. Kendimizi O'nu anlar hale getirmeğe çalışmalıyız.
Genç nesil, her bilginin kaynağı ve amacı olarak millî hayatı gözönünde
tutmalı kazanılan bütün melekelerin, meharetlerin o hedef için olduğunu
mülahaza ederek kendi kendilerini terbiye etmesini bilmelidir.
Yukarıya aldığım şu parça, öğretim derecelerinin en alt basamağından en
üstüne kadar her türlü okul ve üniversitelerde üzerinde saatlerce durulacak
hakikatleri içme almaktadır ve bir anayasa hukuku profesörü, bir ilkokul
öğretmeni, muhatablarının seviyesinde bu parçayı bir ders konusu yapabilir.
Vereceği ders, bir hayat dersidir. Çünkü bugün zevk ve neş'e içinde kutladığımız
Cumhuriyet, yüz binlerce Türk'ün hayatı pahasına elde edilebilmiştir.
Onu korumak vazifesinde olanların nasıl kurulduğunu bilmesinden daha tabii
ne olabilir?
Maalesef, günlük gazeteler, mahdud dergiler dışında Cumhuriyet bayramlarında
bu konuda yayın, hiç yok gibidir. Bu hazin yokluğu telafi edecek en kuvvetli
imkan, okullarda ve meslektaşlarımızdadır. Hadisenin kendinden uzaklaştıkça
görenler ve görenlerden işitenler azalacağı için yazmak ve söylemek, anlatmak
ve öğretmek zarureti büsbütün artar. Cumhuriyet bayramı, bir törenler
günü olmakla kalmamalı; ruhlara. dimağlara ve gönüllere sindirilmelidir.
* 'Öğretmen - Öğrenci Köşesi', Kültür Bakanlığı Yayınları,
1995 adlı eserden alınmıştır.
|