4 Nisan 1953
Kadıköy Ortaokulu öğrencileri,
geçen ay bir hafta devam etmek üzere okulda bir Nezaket haftası açtılar.
Bazı gazetelerde fıkra yazan arkadaşlarımız, bu konuyu ele almışlar, güzel
güzel nükteler yapmışlardır. Mesela bunlardan biri "senede ancak
bir hafta nezaket? Ya kalan 51 hafta?!..." diyordu. Nükte olarak
iyi ama, terbiye olarak pek doğru değil gibime gelir. Daima ve her konuda
müspet kıymetlerin miktarına bakmamalı. Bu türlü teşebbüslerin yayılmasına
yarayıcı davranmalı ki, doğmadan ölmesinler. Nezaket en nazik meselelerden
biridir. Ortaya çıkarken onu alaya alacak olursak, korkarım alınır ve
bir daha aramıza girmek cesaretini gösteremeyip köşesine siner, oturur.
Meşhur Fransız Filozofu Bergson, bir vilayet lisesinde genç bir felsefe
hocası iken Bakalorya (Baccalaureat) imtihanlarından sonra
yapılan bir hitabede bulunmuş. Onda ahlâkın nasıl nezaketle başladığını,
insan ruhunda kabalıkla uyanan vurdumduymazlığın en zararlı hareketlere
nasıl yol açtığını pek zarif, pek ince bir üslupla anlatır. Sokakta eli
çantalı delikanlıların kol vurmalarını, tranvay ve otobüs gibi kalabalık
taşıtlarda basılan ayakların içi sızlatan acılarını düşündükçe nezaketin,
yarı değil, bütün ahlâk olduğuna inanasınız gelmez mi? "Vay... oğlu;
moruğa bak; aman, bu ne yosmalık?" tarzında ''yüksek sesle konuşanların
ruhlarındaki saldırma alışkanlığı içinde
ahlâklı olmalarına imkan var mıdır? Ahlâk, başkalarının iyiliklerini düşünmek,
en azından onlara fenalık etmemek olduğuna göre, kaba ve terbiyesiz insan,
kendindeki ahlâklı olma istidadını durmadan yaralıyor demektir. Nezaket,
onun için bir kültür ve bir eğitimmeselesidir. Her insanı saygıya değer
bir varlık tanıma fikrine ermeden bu vasıf kazanılamaz. Tok sözlülüğü
ve açık yürekliliği nezaket hududu dışına çekip çıkarınca o bile bir ahlaksızlık
manzarası göstermez mi?
Bu düşüncelerle ben, Kadıköy Ortaokulundaki çocuklarımızın "Nezaket"
konusunu ele almalarını pek yerinde ve pek lüzumlu buldum. Tabiî onlar,
bununla bizim eski çıtkırıldım, muhallebici züppeliğini hatırlarına getirmemişlerdir.
Bunu bilmezler bile. "Bendeniz, zâtiÂliniz, hâkipayiniz, kulunuz,
köleniz" üslubu artık tarih olmuştur. Fakat "Ulan, hırbo, enayi"
gibi tabirlerle kabalaştırılmış, bazı muhit ve bazı ferdlerde yaşıyan
konuşma tarzı da insanî münasebet bağlarının hoş görülecek ifadesi sayılamaz.
Samimîliği yaralamadan, hafifliğe düşmeden ortalama bir üsluba, bugünün
gençleri, kendi aralarında yapacakları bu gibi temrinlerle varacaklardır.
Teşebbüslerini taktir etmeli.
Ben nezaketin haftasına değil, gününe, hatta
saatine razıyım. Keşke bütün okullarda Kadıköylü gençlerin bu güzel hareketleri
tekrar edilse... Belki bu sayede tecrübesi yapıla yapıla nezaketin sahicisini
görmek nasip olur.
Geçen gün (T.A.) Ajansı, Milli Türk Talebe Birliği tarafından Atatürk
hakkında bir serî kitap çıkarılacağını bildiriyordu. Konusu Atatürk'ün
înkılapçılık cephesi olan ilk kitabın hazırlanmasına pek yakında başlanacaktır.
Bu maksatla ilim adamları arasında 5.000 liralık bir müsabaka açılmıştır.
Bu habere sevindik. Atatürk'ü her cephesiyle tanımak arzusu Türk Gençliginin
meydana koymasını pek tabii bulduğumuz uyanık inkilap şuuruna yeni bir
delildir. Bu çalışmalarda înkilap Enstitüsünün belgeler bakımından yardımcı
olacak hale getirilmesi, ilk hatıra gelecek meselelerden biridir. Atatürk'ün
şahsınave hizmetlerine ait yazılı veya eşya hÂlindeki her şey orada kolayca
bulunabilmelidir. Yersiz parasız durumu insana üzüntü veren bu kıymetli
kurumu canlandırmak ve işletmek, milli bir vazifedir. Bunu da hükümetten
bekliyoruz. (T.T.) Ajansının sözünü ettiğim kısa haberini Birlik daha
tafsilâtlı surette açıklamalıdır. Bu "ilim adamları" tabirinden
de doğrusu bir şey anlıyamadık. Bunlar kimlerdir? Muayyen bir mevkii,
ilmi rütbesi, üniversitede kürsüsü olanlar mı? Bu gibi yarışmalarda kimin
ne yazacağı önceden belli olmıyacağına göre müsabaka, muayyen sıfatlılar
için ilan edilmemelidir. Hakikaten ilim adamı olup da tevazuu böyle bir
iddiaya müsait olmıyanlar, bu türlü işlere girişmezler. Onun için bu güzel
teşebbüsü matbuatla bütün memlekete duyurmak, yazma arzusunu besliyenlere
çalışma cesareti vermek daha doğru olur sanırız.
* 'Öğretmen - Öğrenci Köşesi', Kültür Bakanlığı Yayınları,
1995 adlı eserden alınmıştır.
|