İLKÖĞRETİM DAVAMIZ ( * )


22 Mart 1943

     Yurtdaşlarım,
Bu akşam sizlerle ilköğretim meselesini ve ilkokul dâvamızı konuşacağım. Millet ve memleket için önde gelen bu işle ilgisi olmayan, dileği bulunmayan ana baba var mıdır? Hepimiz, yaşadığımız köyde, oturduğumuz mahallede bir ilkokul olmasını isteriz. Çocuklarımızı oraya yollayıp adam etmeyi düşünürüz. Okula giden çocuklarımızın her gün bilgice, ahlak ve terbiyece biraz daha geliştiklerin, okuyup yazma öğrendikten sonra onlara yepyeni bir dünyanın karanlıktan aydınlığa çıktığını, onların, hatta bizim bilmediğimiz birçok yeni bilgileri kazandıklarını gördükçe yürekten seviniriz. Çocuklarımızın gelişmeleri göğsümüzü kabartır. Bu duyguda evlatlanmıza karşı analık babalık ödevlerinin en üstününü yapmış olmanın gönül rahatı vardır. Ananın babanın çocuğunu okutmak için girdiği zahmet ve verdiği emekler, onlar büyüdüğü zaman kendilerini hayırla andıracak kadar büyüktür. Bu anmayı da düşünüş, kendimiz için ayrıca bir bahtiyarlık olur.
Şimdi bir de her ne sebepten olursa olsun okuyamayan çocukları, çocuklarını okutamayan ana babaların hallerini göz önüne getirelim. Bizim gibi çocuklarını okutan, çocuklarımız gibi okulda okuyan yavrular yerine onlar ve onların ana babalarını koyalım. Bugün okuma yazma bilenler çocukken okula gitmeseydiler, birçok evlatlarımız gibi cahil kalsaydılar Türk Milleti'nın hÂli bugün ne olurdu? Kimbilir, sözlerimi dinleyenler arasında okuma yazma bilmeyen yurttaşlar, nasıl içleri yana yana kaygılara dalıyorlar? Bu zavallılar, içlerini çekerek belki de şöyle diyorlar:
- Ah... ne olurdu, bizi de okutsalardı; biz de okuyanlar gibi olsaydık. Mektuplarımızı kendimiz yazar, hesaplarımızı kendimiz yapardık. Böyle ele güne muhtaç olmazdık.
Ölünceye kadar evlat acısı gibi okuma yazmanın hasretini çeken bu in sanların memleketimizde sayısını az sanmamalı. Mesele yanlız mektup yazmak ve hesap yapmakla da kalmıyor. Günden güne değişen çalışma, geçinme, yaşama usullerine uyabilmenin de birinci şartı, okuyup yazmak değil midir? Birçok sıkıntıların, hatta felaketlerin bilgisizlikten ileri geldiğini bilmeyen var mı? Bilgisiz en hafif bir işi, yahut hafifçe yapılabilecek bir işi, bilgisizliği yüzünden dünyanın en ağır işi gibi yapmaya mahkumdur. Bilmeyen, bilenin az emekle, kısa zamanda söküp atacağı bir hizmeti, canı burnundan gelerek ve günlerce sürdürerek yerine getirir. Bir yazı yazmak lazım gelse, bu bir satır için kapı kapı dolaşır. Gazete bile okuyamaz; dünyada ve memleketinde olan bitenden haberi bile olmaz. Tuttuğu işi ilerletmeyi düşünse bile okuma yazma bilmeyişi, onun başvurma kuvvetini kırar, başarısını azaltır. Bu zavallı insan, bir köşeye büzülür, kabuğunun içine çekilir ve boynunu büküp mukadderini bekler. Günün birinde artık her şey elden çıktıktan, her fırsat kaçtıktan sonra yine acı acı hayıflanır:
- Ne yapalım, "okumuşun nasibi dam altında, cahilin ki dağ ardındadır" der. Aziz kardeşlerim; ,
Türk Milleti içinde okuma yazmanın iyiliklerinden yoksul kalmış bu türlü vatandaşların duydukları acıları yüreğinde sızlaya sızlaya en çok hisseden insanın, Şefimiz ve Başbuğumuz İnönü olduğunu unutmayın. Onun, bu bilgi yoksulluğunu yenmek için açtığı savaşta; sizin saylavlarınız toplandığı Büyük Millet Meclisi, başında Saraçoğlu'nun bulunduğu Cumhuriyet hükümeti ve onun Maarif Vekili olan ben kardeşiniz, canla başla çalışıyoruz, istiyoruz ki, memlekette, okur yazar olmadığı için nasibini yalnız dağ ardından arayacak tek insan kalmasın: İlköğretim çağında bulunan bütün çocuklarımızı okutalım. Bizden önceki nesiller bizim gibi düşünselerdi, şimdi hepimiz okur yazar olurduk. Biliniz ki davanın başı çocuklardır. Bundan on yıl önce, ilkokullardaki çocuklarımız yarım milyon iken bugün bunu bir milyona çıkarmış bulunuyoruz. Aldığımız tedbirlerle gelecek on yıl içinde iki milyonu bulacağız. Çocuklarımızdan okuma yazma öğrenenler büyük buduna ne kadar yüksek bir nispette girerlerse, milletin yaşama ve başarma kudreti o kadar çok olacaktır. Bu maksadı gerçekleştirmek için köy enstitülerimizde bugün on iki bine varan öğretmeni yetiştirmekteyiz. Bunların sayıları önümüzdeki yılda on beş bine çıkarılacaktır.
Beni dinleyenler içerisinde köy enstitülerinde evlatları okuyan kardeşlerim bulunduğunu da düşünüyorum. Torunlarını karacahil bırakmayacak olan bu insanların evlatları, köylerimize ellerinde bilgi meşalesl olarak girecekler ve Türk vatanının en uzak bölgelerini nurlariyle aydınlatacaklardır.
Hükümetimiz köy enstitülerini açmakla da kalmadı. 7 ile 16 yaş arasındaki çocukların, tıpkı askere gider gibi ilkokullara gitmelerini sağlamak için kanunlar çıkardı: Büyük Millet Meclisi'nden selahiyetler aldı. Büyük Millet Meclisi okuma çağındaki çocukların okula gitmelerini mecburi işlerden saydı. Geçirdiğimiz sıkıntılı ve dar zamanlarda bile bu işe birçok paralar ayırdı. En küçük köylere varıncaya kadar okul kurabilmek için son yıllarda binlerce eğitmen yetiştirdi.
Bu sözlerime bakıp da, aramızda;
- Aman ne iyi, demek bu iş de yoluna girmiş, tasalanmaya yer yok. Hükümetler her şeyi düşünmüş, yapıp yakıştırmış... diyenler olacak.
Keşke böyle olsaydı, keşke bu iş bu kadar kolay halledilebilseydi..., Size işin içyüzünü söyleyelim. Bunu söylerken siz de benim gibi üzüleceksiniz, Fakat bu üzüntülü duygu olmadıkça hakikati olduğu gibi görüp ona çare bulmak imkansızdır. Bir defa şunu iyi bilesiniz ki, ilköğretim davamızın, arkamızda kalan kısmını bir yana bırakırsak, henüz dörtte birini yola koymuş değiliz. Bakınız ne için?... Memleketimizde her köyün, her mahallenin bir ilkokula kavuşabilmesi için (41.000) okulumuz olması lazım. Bugün ancak bunun (11.000) i var. Demek daha (30,000) kadar okul açmamız gerekiyor. Mecburî öğrenim çağında bulunan (7) île (13) yaş arasındaki çocuklarımızın sayısı (2.000.000) dan fazla. Okutabildiğimiz (1.000.000)a yakın çocuğun bulundukları okullardaki öğretmenlerle eğitmenler sayısı (21,667). Geri kalanlarını okutmak için (40.000) öğretmenle eğitmene ihtiyacımız var. Köy enstitülerimizde gece gündüz, yaz kış demeden bu öğretmenleri yetiştirmeye ve eğitmenleri hazırlamaya çalışıyoruz,
Görüyorsunuz ki, size söylediğim bu rakamlar öyle azımsanacak sayıda değildir. Bu işte el birliğiyle gayrete gelmek, yürekten çalışmak lazım geldiğin! hepiniz anlıyorsunuz. Bu iş, çok geniş, çok dağınık, büyük küçük milyonlarca vatandaşla ilgili. Onun için, hep beraber hükümet adamları, öğretmenler, eğitmenler ve bütün vatandaşlar elele vererek ilköğretim davasına sarılmalıyız.
Şimdi size çocuklarımızı mutlaka ilkokulda okutmamızın sebeplerini an-latayım.
1- Türk Milleti'nin. öyle bir bütün varlık olmasını istiyoruz ki, onun içinde her vatandaş, düşünce, duyuş, anlayış, iş görüş bakımından bir ülküye bağlanabilsin. Kökte, temelde böyle bir birliğe muhtacız. Bunu yapmadıkça, duyguda ve dilekte birliğimiz olmadıkça, millet varlığını, kendi kendine varlığından devam edecek bir temelin üstüne dayandırmış sayılamayız.
2- Yaşadığımız bu Atalar yadigârı topraklar üstüne yerleşen köylerimizde, kentlerimizde işlerini iyi bilen, her tuttuğunu başaran vatandaşların sayısını, her gün biraz daha çoğaltmak istiyoruz. Yurdumuzun hiçbir köşesinde hastalıktan ve geçim sıkıntısından acı çeken bir tek yurtdaşımız kalmasın, istiyoruz. Bunun ilk şartının, bilgi olduğuna bütün varlığımızla inanıyoruz.
3- Her Türk vatandaşı bir ailenin başı veya bir ailenin bir parçası olsun istiyoruz. Bu küçük varlık içinde, büyük Türk varlığının özünü buluyoruz. Bilgisizliğin doğurduğu katı yüreği, katı yüreğin doğurduğu ahlaksızlığı kökünden söküp atmak istiyoruz. İnanıyoruz ki, Türk'ün aile ocağı bu temizlenmenin en feyizli durağıdır.
4- Yurdumuzu, evimiz; millet malını, devlet malını kendi malımız belletmek istiyoruz. O zaman, bu kadar candan benimsediğimiz vatanımızı, milletimizi ve devletimizi daha candan koruyacağımıza, o uğurda canımızı duya duya ve doya doya vereceğimize bütün varlığımızla güveniyoruz, Müdafaasına böyle yüksek bir özveri île hazır olduğumuz vatanımızı, daha iyi sevebilmek için onu, daha iyi tanımamız lâzım geldiğine yüksek bir hakikat olarak bağlanıyoruz.
Daha fazlasını saymaya bilmem hacet kaldı mı? Bu temellerde toplanan (ülkülerimizi yerine getirmenin tek yolu var: Her Türk çocuğu mutlaka ilkokul çarkından geçmelidir. Bu çağ, bir bahar çiçeği gibi az zamanda gelir geçer. Bunu, bütün ana babalar hiç unutmamalıdır. Hele, okul açabildiğimiz, bin bir çareye başvurarak öğretmen gönderebildiğimiz yerlerdeki ana babalar, sizlere sesleniyorum:
İlkokullarımızın birinci sınıflarına (200.000) den fazla çocuk yazılı. Bunların kaçı, beş sene sonra ilkokulun son sınıfına geliyor biliyor musunuz? (93,00) i. Demek yarısından azı... okul açamadığımız, öğretmen gönderemediğimiz yerler için tedbir aldıralım; okul açtığımız ve öğretmen gönderdiğimiz yerlerde bugün için çözülecek koskoca bir düğüm, görmüyor musunuz? Bunun manası şu; demek ki biz milletçe bu ilköğretim işlerini gerektiği gibi kavramış değiliz. Şimdi size, verdiğimiz bu fireyi, yeniden kazanmak için ne yaptığımızı anlatacağım. Bununla, yeniden yapacağınız işlerin yanında, içinde bulunduğumuz imkanlardan nasıl faydalanmamız gerektiğini açmış olacağım.
     Yurttaşlarım sizlerden soruyorum:
Tarlada kuş kovalamak, pınardan bir testi su getirmek, memedeki kardeşini avutup beşiğinde sallamak, birkaç kuzuyu çayırda, birkaç sığırı bayırda otlatmak, çamaşır yıkayan anasına yardım ettirmek gibi bahanelerle çocuğu okula yollamamak doğru olur mu? Biz, okulları ve okuldaki boş zamanlarım, ders zamanlarını köylerimizin günlük ve mevsimlik yaşayışlarda uydurmak için çalışıyoruz. Siz de, çocuklarınızı bilgisiz, karacahil bırakmamak için bize yardım etmelisiniz. Devletin gönderdiği öğretmenin harcadığı emekleri yok etmek yazık değil mi? Bizim köylümüzün çok çocuğu oluyor. Bakmayı bilmemezlikten, onları yaşları ve kudrelleriyle ölçülü işlere sürmememizden bu çocuğu kaybediyoruz. Kız çocuklarını oğlanlar gibi şu bu sebeple okula yollamayan ana babaların, bu ölen yavrucukların ölümündeki hissesini unutmamalıyız. Onun için, okula çocuğunu göndermeyen, göndermek için günün sıkıntısına katlanmayan vatandaş, iyi vatandaş değildir.
İçinizde "Bunları yapanlara cezası verilsin, suçların karşılığını neye görmüyorlar?" diyecekler olacak. Bu söz doğrudur. Kanunlar bize bunları cezalandırmak salahiyetini vermiştir. Fakat istiyoruz ki, vatandaşlarımı za dilimiz döndüğü kadar bu işin önemini anlatalım, sevgi ve bilgi yolunda yürüyelim. Eğer bundan anlamayanlar otursa, devletin kılıcı keskindir. Çocuk yalnız ananın babanın malı değil, bütün milletin gözbebeğidir. Ananın babanın keyfine memleket evlatlarını elbette bırakamayız. O zaman bu keskin kılıç vazifesini yapmayan vatandaşların karşısına çıkar. Bütün bunları düşünerek, son zamanda işi, yeniden, sıkıca ele aldık. Başta VÂlilerimiz, Maarif Müdürlerimiz, Kaymakamlarımız, ilköğretim Müfettişleri ve Öğretmenlerimiz vazifeye davet edildiler. Çocuk ana babalarının bu vazifeli arkdaşlanmızla elbirliği yaparak okula devamsızlığın peşine düşmelerini, bunu kökünden kazıyıp atmalarını istiyoruz, ilkokula yazılan çocuklarımızı, on çocukta birinin bile kayıp vermeden okulu bitirmelerini sağlamamız lazım, idare amirlerimiz, bu işlerle ilgili devlet teşkilleri, tuttuğumuz amaca erişmek için canla başla çalışmalıdırlar. Bu amaca eriştiğimiz gün, yeniden bir emek ve masrafa gitmeksizin yüz binlerce Türk çocuğu ilköğretimden yoksul kalmayacak. Okul var, öğretmen var. gönül razı olur mu ki, bizim için bir tapınak kadar kıymetli olan okuldan, bizim için bilgi nuru vermeye hazır bir insan olan öğretmenden evlatlarımızı mahrum edelim!... Okul ve öğretmeni olan yerlerde çocuğunu okutmayan yurttaşın sonradan çekeceği azaba şimdiden set çekelim.
Sevgili vatandaşlarım, Size ilköğretimin gelecekteki işleri için de birkaç söz söyleyeceğim:
1-Okulu olmayan yerlere okul yaptırmak.
2- Okul binası tam olarak hazırlanan yerlere öğretmen göndermek.
Bunları yapmanın bir kısım ödevi hükümete, bir kısmı yurttaşlara düşüyor. Devlet, payına düşenin şimdiye kadar çoğunu yaptı. Çıkardığı kanunları yerine getirmek için bütçelere paralar koydu. Konulan bu paraları verimli bir hale getirecek, sizlersiniz. Bir buçuk sene sonra köy enstitüleri öğretmen vermeye başlayacak. Onların okutacakları okulları ve başlarını sokacak ocakları siz, yaratıcı ellerinizle yapacaksınız. Sizin öz kardeşiniz olarak, yine sizlere diyorum ki, bin sıkıntı içinde yetiştirmeye çalıştığımız bu genç, dinç, inançlı, bilgili ve uyanık öğretmenleri bağrınıza basınız; onlara şimdiden çalışma imkanlarını ha-zırlayasınız. Onlar da size devletin kendilerine verdiği emekleri; bilgileri ve ahlaklarıyla evlatlarınızı okutarak ödesinler.
     Sevgili yurtdaşlarım,
Türk vatanının çok değil, on beş yıl sonrasını şu anda düşünüyorum da, sevinçten gözlerim yaşarıyor. Her köyümüzde bir okul, her okulda öğretmen, her sınıfta vücutları, üstleri başlar; temiz, bilgili, sevimli ve terbiyeli Türk çocukları gözümün önüne geliyor. İşte bütün milletçe gözümüzde canlandırmamız lazım gelen yüce bir amaç!... Hep beraber bu güzel hayale yürüyelim. Bu hayal, elbette bir hakikat olacak.

* 'Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçler', Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998 adlı eserden alınmıştır.


Bir Önceki Sayfa