TÜRK MÜNEVVERİ NASIL YETİŞMELİ?(*)
Demokrat bir cemiyetin bel kemiği, o cemiyetin
yüksek okur yazarlarından katınç olan münevverleridir. Münevver, her medenî
memlekette lise, jimnaz, atene gibi ayrı ayrı isimler alan orta öğretim
müesseselerinde yetiştirilir. Bu müesseselerde verilen terbiye ve bilgiye
Toplu kültür: Culture. générale denir.
Toplu kültür nedir?
Her insanın, geriye, ta cinsinin menşelerine kadar uzanıp giden bir hayati
vardır; buna nesil hayatı diyebiliriz. Bir de kendi oluşu ile başlayan,
doğumdan ölüme kadar süren bir yaşayış vardır, bunu da ferd hayatı diyebiliriz.
Bir de kendi oluşu ile başlayan, doğumdan ölüme kadar süren oluşu bir
yaşayış vardır, bunu da ferd hayatı diye isimlendirebiliriz. Bir kayısı
çekirdiğinde, nasıl bütün bir kayısı cinsi kuvvet hÂlinde mevcut ise,
bir tek insanda da bütün bir insanlık öylece varlığını gizlemiştir.
İşte toplu kültür denilen şey, bir ferdde bütün bir insanlığın tecrübelerini
yeniden ve kısa müddetli hayatında tekrar yaşatmak; ona, dünün şuurunu
vererek bugün kendini, milletini ve insanlığını anlama imkanlarını buldurmakdır.
İnsanlığın geçmiş zamanlarını öğreten tarih; üstünde yaşadığımız dünya
ve onunla alakalı varlıklar hakkında bizi aydınlatan coğrafya; mücerred
düşünüşe ahştıran matematik; görüp tanıdığımız maddî varlıklar üzerinde
hakimiyetimizi kuran ve onların kanunlarını bize tanıtan fizik, şimi ve
tabiat ilimleri gibi müsbet bilgiler; hayat ve kainat karşısındaki duygularımızı
yaşatan güzel sanatlar ve nihayet hepsine toptan bir bakışla mana vermeye
çalışan felsefe, toplu kültürün başlıca unsurlarını bize verir.
Modern hayat, medeniyet ve bilgi yolunda o kadar baş döndürücü bir çabuklukla
yürüyor ki bugün elit zümresinin yetiştirilmesi için bir vasıta telakki
edilen toplu kültür, başka bir söyleyişle orta öğretim, belki yakın bir
gelecekte tıpkı ilköğretim gibi umumî ve mecburî olacaktır. Mesela İsviçre
bu ihtiyacı şimdiden duymuştur. Bir metrdotel, hattâ bir asansör memuru,
bir telefoncu olmak için bugünkü ilköğretimin verdiği bilgi ve meleke
yeter sayılmıyor. Bu işlere girecek adamlar; dünyada olup biten işleri,
kambiyo ve posta münasebetlerini, en çetrefil makinelerin, hiç değilse
nasıl işlediğini bilmelidirler. Hatta bir kısım ülkelerde, ilk öğretimin
arkasından hemen meslek hayatına girişin, o memleket gençliğini umumî
hayat bakımından tehlikeli yaptığını, iş bölümünün sert çarkları arasına
vaktinden önce atılmak neticesinde bir takım yüksek fikirleri yanlış bir
tarzda anlayarak cemiyete asî unsurlar yetiştirdiğini ileri sürenler bile
var.
Hele askerliğin ve modern orduların gitgide
makineleşmesi, onları kullanacak neferlerin basit bir ilk tahsille bu
işleri yapamayacaklarını gösteriyor. Asker olmadan önce alacakları bilgilerin
şimdikinden daha etraflı olması zarureti, asrın mühim terbiye meselelerinden
biri olmuştur.
Görülüyor ki toplu kültür, medeniyet ilerledikçe
gençlik için, bugünün ilköğretimi yerini tutacak bir önem almakta ve o
terbiye yoğrulmayanların dışardan basit görülen işleri bile yapamayacakları
bir fikir hÂlinde ortaya atılmış bulunmaktadır.
Onlar böylece fikir yürüte dursunlar, biz bu meselede ne haldeyiz, onu
düşünelim. Daha dün denecek kadar yakın bir tarihte, 1924 yılındadır ki
ancak tedrisatın tevhidi davasını haletmiş bulunuyoruz. Bu yoldaki Ortaçağ
izleri de ancak Cumhuriyet devrinde kaldırılmış bulunuyor. Ondan önce,
memleketin ilim, politika, ekonomi sahalarında millete baş olacak adamları
ayrı ruhta kurulmuş türlü müesseselerde yetiştirilirdi. Bu ayrılığın timsÂli,
mektep ve medrese idi. Yüksek tahsil gayet dar, ona hazırlayıcı okullar
çok az ve cılızdı. Medrese, ilim namına Ortaçağ hurafelerini öğretirdi.
Mektepler arasında da toplu kültür veriş bakımından birlik yoktu. Yabancı
milletlerin memleketimizde ve memleketlerindeki orta öğretim kurumları,
bizim idadiler, sonra sultaniler ve daha sonraki liseler, ayrı bir tip
olan Galatasaray, hep başka terbiye esaslarıyla Türk gençliğini yetiştirirdi.
Bu ayrılık meselelerinin bugün hepsi halledilmemiş
bile olsa çoğu ortadan kalkmıştır. Fakat ona mukabil, bütün medenî dünyada
kendini hissettiren bir büyük mesele karşımıza dikilmiş bulunuyor. Birçok
memleketlerde orta öğretime girmek isteyenler, bu müesseselerin alamayacağı
kadar çoktur; en zengin devletlerin bile malî kudretlerini, manevî imkanlarını
aşacak kadar taşkın bir ihtiyaç, orta öğretim kurumlarının kapısını zorlayacak
bir izdiham hÂlini almıştır.
Bizde de aynı hal, aynı ihtiyaç baş göstermiştir. Halbuki biz ancak son
on iki yıl içerisinde lise öğretimini esaslı surette kurmak için uğraşmaya
imkan bulmuş ve onun keyfiyetini istenilen ve lazım gelen şekilde yükseltmek
için çalışmaya koyulmuş iken bir de böyle çokluk ve izdiham karşısında
bulunmamız, devletin bu yolda güçlüklerini büsbütün arttırmış oluyor.
Şu varki keyfiyet meselesi halledilmedikçe kemmiyetin ehemmiyeti olmadığı
bir prensip olarak ortaya konmuştur. İsabetli görüşleriyle birçok karanlıkları
aydınlatan Başbakanımız İsmet İnönü, bu hakikatin matematik ifadesini
vermiştir:
"İlimde eksik adamların toplanması, tamam adamlar veremez. Bin yarım
ve bin cahil, bir yarımdan daha faydalı olamaz; fakat daha zararlı olur.
Bin yarım adam bir tam adam değildir."
Bu düsturun anlattığı hakikat, her vesiyle kendini gösteren toplu kültür
davasında Türkiyenin hayat meselelerinden birini bize işaret eder. Her
vesileyle diyorum. Mesela basit bir edebiyat meselesi, memleketin ileri
düşünenlerinin dilinde bir anlaşma noktası bulamadı mı arap saçma dönüyor.
Hiçbiri, öbürüyle anlaşarak müşterek bir nokta bulamıyor. Görüş tarzlarındaki
ayrılıklar pek tabiî olmakla beraber, gördüğümüz başkalıklar görüşlerde
değil, esaslarda, ana çizgilerde ve prensiplerdedir.
Unutmalayım ki bu meseleler her zaman, bir
edebiyat ve bir söz meselesi olmaz. Doğrudan doğruya milletin hayatına
dokunacak davalar da ortaya çıkabilir. O zaman, toplu kültür birliğinin
kuvvetsizliğinden doğan bu indî ve esassız görüşlerin zararını bir an
bile düşünmek, insana korkudan başka ne verebilir? Onun içindir ki yarının
Türk eliti, bütün insanlığın öz tecrübeleri demek olan toplu kültürü,
kendi milletinin hayatı ve ihtiyacı bakımından kuvvetli bir surette almayacak
olursa, memleket gemisi pusula kullanmasını iyi öğrenmemiş kaptanların
eline teslim edilmiş demektir.
16 Mart 1936
*H.Âli Yücel - Pazartesi konuşmaları - 1998
|