MÜSBET İLİM, MÜSBET KAFA(*)
Dr. Hamdı Suad'ı anarak
İlim, insanların kendilerine ve etraflarına dikkat edip içlerinde ve dışlarında
neler olup bittiğini anlamak ihtiyacından doğmuştur. Önce madde üzerinde
insanlığın faydalanması, maddeye hakim olması kaygısıyla başlamış; bazı
asırlarda menfaatten uzak, sırf gerçeği bulmak gayretiyle yürümüş ve asrımızda,
yine menşeinde olduğu gibi bizi çevreleyen bütün varlıklar üstünde insanlığın
nüfuzunu kurmak yolunu tutmuştur.
İlim, bu işi yapabilmek için beşer zekasını Allahsız çalıştırmaktadır.
Claude Bernard laboratuvarına Hz. İsa ile beraber girmekten daima çekinmişti.
Rasathanesinde güneşi inceleyen dindar bir heyet bilginin gözü, onu Tanrılığın
bir kıvılcımı halinde seyretseydi bu koca yangının içindeki sönük lekeleri
farkedemezdi.
Bir hastanın karnındaki ağrısına sebep bulmaya çalışan bir doktor, bağırsakların
işlemesindeki hikmeti nahiyeyi düşünmeye kalksaydı hastalığın ne olduğunu
anlamak, kendisi için hikmeti ilahiye gibi bulunmaz bir şey olurdu.
İlim, itikat değil, hesap ister. Hesaptan kaçan ilmi şerif büyük din kitapları
arasında kalmaya mahkumdur. Bugünün ilim adamı, hadiseleri görmek ve onların
hangi sabit nisbetlere göre akıp gittiğini bulmak yolunda ve zorundadır,
ilimde kanun budur ve bu türlü bir matematik düsturla ifade edilmiş kanunu
bulunmayan bilgiler, daha akil ve baliğ olmamış birer ilim yavrusu halindedirler.
Tabiat üstünde ve tabiatten başka, herşeye hakim, semavi bir kuvvet dünyayı
döndürüyor, hastayı öldürüyor: İnsanları doyuruyor; çiçekleri açtırıyor;
hayvanları yaşatıyor; şimendiferleri yürütüyor dediniz mi, ne heyet ilmi,
ne tıp, ne biyoloji ve ekonomi, ne botanik, ne zooloji, ne fizik, bunların
hiçbirisine lüzum kalmaz. Netekim bu ilimlere bu bakımdan ihtiyaç duyulmaksızın
geçirilmiş zamanlar yok değildir.
Bütün bu olan ve biten şeylerin Allah gibi, Hilkat gibi, tabiat gibi büyük
ve tabiat - üstü; métaphysique mefhumlarla izahını bırakıp yakın sebeblerini
aramak, bugünün ilim dediğimiz bilgi şubesini vücuda getirmiştir. Frenklerin
science positive dedikleri müsbet ilim işte böyle olan ilimdir.
Bugünkü Garp medeniyeti, bu türlü ilmin eseridir. Rennaissance, bir yandan
şu veya bu otoritenin sözlerini bırakıp serbest düşünceye ve akla, öbür
yandan hayaller aleminden çıkıp tercübeye dayanmakla yeni hayata yeni
temeller koyma hareketidir. Halbuki biz orta çağın din kıymetlerini yirminci
asır başlarına kadar yalnız vicdan işlerinde değil, dünya umurunda da
kendimize düstur aldığımız için müsbet ilim dediğimiz bu bilgiden yoksul
kaldık. Kafamızı, dini ve ilahi bir kafa halinde omuzlarımızın üstünde
bir camii kubbesi gibi taşıdık durduk. Allaha tevekküle uzun asırlar yaşadık.
Fakat eloğlu, adamı rahat bırakır mı? Müsbet ilimlerin yemişlerini toplama
çağına giren Avrupa, önce ordularıyla bizim hücum vasıtamız olan kılıçlarımızı
kırmaya, sonra da bizi sömürmek üzere kırılmış kılıçlarımızın çeliğindeki
suyu kanımız gibi, büyük sanayî hortumlarıyla içip yutmaya başladı. Tanzimat
hareketi, bu zorun altında duyulmuş ve devlet bünyesini kansızlık sonundaki
ölümden korumak üzere yapılmış üstün körü bir tedaviydi. Hasta Osmanlı
împaratorluğunu Meşrutiyet de ölümden kurtaramamıştır. Ancak Cumhuriyet
çağındadır ki çürük uzuvlar kesilip atılmış, kalan sağlam parçaların onarılmasına
çalışılmaya başlanmıştır.
Bu bakımdan Türk Cumhuriyeti ve inkılabı müsbet ilmin bizde ilk zaferidir.
Türk inkılabının kafası, her şeyden önce müsbet bir kafadır. Olanı olduğu
gibi görür, gerçekçi reÂliste dir. iktisat sistemleriyle millet hayatını
asla birbirine karıştırmaz. Bunun içindir ki ilimde ihtisasa saygı besler.
Müsbet bilgi ve müsbet kafa onun tanıdığı en ileri kıymetlerden biridir.
Bu hakikat ortaya konduktan sonra yapılacak iş, bu türlü kafaları yetiştirmek
olur. Müsbet ilim adamlarının yetişmesi için onların nasıl yaşayıp çalışmaları
lazım geldiğini göstermek üzere, son zamanlarda ölen büyük Rus Fizyoloji
bilgini l. Pavlov'un ölmeden biraz önce Sovyet gençliğine verdiği şu öğütleri
biz de can kulağı ile dinlemeliyiz:
1-Takip, fikri, herşeyde ve her zaman. Ça-lışmamızın
başlangıcından itibaren ciddi bir takip fikriyle bilgilerinizi üst üste
yığmaya alışınız, ilmin yüksek tepelerine çıkmak hevesinden önce onun
alfabesini öğreniniz. Bir şeyi iyice öğrenmeden, yenilerini incelemeye
kalkmayınız. Kendinize sahip olmaya ve sabra alışınız.
2- İkinci vasıf tavazudur. Herşeyi ögrendiğinize asla zahip olmayanız.
Başkalarının takdiri ne kadar yüksek olursa olsun, kendi kendinize "ben
bir cahilim!" diyebilmek cesaretini gösteriniz.
3- İlme ihtirasla sarılınız. Unutmayınız ki
ilim bütün hayatını kendisine vakfeden insanları ister. Hatta iki hayatınız
olsaydı bile bu yolda sarfedilmeye yetmezdi. İlim, insandan kuvvetlerini
çok teksif ettirmek ve büyük bir ihtirasa sahip olmayı ister. Çalışmamızda
ve araştırmalarınızda kuvvetli ve ihtiraslı olunuz.
Pavlov'un bu öğütlerini bizde de bütün hayatıyla yerine getirmeye çalışmış
ilim adamları yok değildir. Türk gençliğinin bu vasıftaki insanları saygı
ile ve takdirle tanımaları, bu cinsten büyük ilim adamlarının bizde de
yetişip çoğalacağı tesellisini veriyor, ilk yapacağımız şey, kafalarımızı
uydurma bilgilerden kurtarıp müsbet ilimle doldurmak ve işletmek, ilmi
yalnız ilim ihtirasıyla ve büyük hakikatlere ermek isteğiyle elde etmeye
çalışmak olmalıdır. Çünkü ilim, ancak müsbet ilimdir. O da, ancak müsbet
kafa ile yapılır.
23 Mart 1936
*H.Âli Yücel - Pazartesi konuşmaları - 1998
|