KÜLTÜRLÜ ADAM(*)
Terbiyeli adam, akıllı adam, marifetli adam, ilim ve irfan sahibi adam,
fazıl ve kemal eshabından adam, dirayetli adam gibi tabirlere eskiden
beri alışmışızdır. Bunlardan kastedilen manalar devirlere göre değişmiş,
fakat kelimeler aşağı yukarı aynı şekilde kalmıştır. Medeni dünya ile
münasebetimizin gerçekleşmeye başladığı bu çağlarda yeni bir tabir daha
ortaya çıkmış bulunuyor. Her yeni söz gibi bu tabiri de pek çok kimseler
kendi anlayışlarına göre izah ediyorlar. O halde biz de kendimize soralım:
Kültürlü adam kime derler?
Anlaşılması ve anlatılması güç olan mürekkep mefhumları tarif etmek için
en pratik yol, iltibasa en çok müsaid olan tarafları silerek o mefhumların
kendilerini meydana çıkarmaktır. Bunu yapmak için kimlerin kültürlü adam
zannedildiği halde hakikatte bu vasfı almaya layık olmadıklarını söylemekten
başlayalım.
Şarkta ve Garpta öyle bir tip insan vardır ki bunların belli vasıfları
çok bilişleridir. Bizde ayaklı kütüphane, Garpta ansiklopedik adam dedikleri
bu zümre mensupları hiçbir noktada derinleşmeden ve bilgilerini iç ve
dış hayatlarına katmadan dimağlarında bir otel müşterisi gibi saklarlar.
Esaslı bir araştırma hamlesini doğuracak hayati bir meseleleri yoktur.
Gelişigüzel öğrenmişlerdir; gelişigüzel yaşarlar. Her telden çalan bu
adamları sakın kültürlü adam sanmayınız.
Bundan başka bir de sözüm yabana ihtisas sahibi dedikleri yine muayyen
bir sahada malumetlı, hatta muaffakıyetli sayılacak tipler vardır. Mesela
bir kimyagerdir. Canlı cansız maddelerin terkibini, istihsal suretlerini,
tahfillerini, miyarlarını, bütün girdi çıktılarını bilir. Fakat bu bilgi
mevzuunun dışında her ne varsa duygularını onlara tamamıyla kapamış bir
haldedirler. Gazete okumaz, umumî mevzulara taalluk eden hiçbir kitabı
ellerine almaz, kimya ehemmiyetinde ilim olamayacağına inanmış ve kendilerini
sadece ona vermiştirler. Böyle bir insan en ince noktalarına varıncaya
kadar bildiği canlı cansız maddelerin, kendi yaşadığı devir içinde oynadığı
iktisadi, rolleri, bunun milletler hayatına tesir şekil ve derecelerini,
yakın ve uzak istikballerde, kendisinin yaptığı veya başkalarından öğrendiği
yeni keşiflerin milletler hayatı üstünde ne gibi değişmeler yapacağını
bilmesine imkan yoktur. O, muvazi duvarlar arasında yürütülen bir esir
gibi nereden gelip nereye gittiğinden habersizdir. Böylesinin bilgisi
bir noktada ne kadar derin olursa olsun kendisine kültürlü adam diyemeyiz.
Bilgisi. sığ, fakat geniş; bilgisi bir noktada ihtisaslaşmış, derin fakat
dar bu iki tip adamı hayalinizde şimdi anlatacağım şekilde birleştirdiğiniz
zaman kültürlü adam tipini bulabilirsiniz. Kültürlü adam, kendi hayatinin
muhtelif merhalelerinde edindiği bilgiler, tecrübeler ve intihalardan
istifade ederek hayatın her safhasına zekasının iğnesini, çiçekler üstünde
dolaşan arılar gibi batırabilmek kudretini kazanmış adamdır. Onun kafasında
bilgiler, pasif bir fotoğraf camına çarpan hayaller değildir. Elde ettiği
malumat, herhangi bir hayat vazifesini işleten bir muharriktir. Binlerce
nebatın latince isimlerini hafızalar gibi sûre, sûre kafasında saklamaz.
Tabiatın bu canlı yaratıklarını o büyük bütünün kendi gibi bir parçası
olarak mütaela eder. Onun nasıl yaşadığını anlamak için çırpınan tecessüsünü
doyurmak üzere kütüphanesinde, laboratuvarında ve nihayet dışarıdaki tabiat
üstünde daimi bir araştırma ihtiyacıyla çalışır durur.
Kültürlü adam, umumî bilgisinin temelleri üstüne çıktığı ihtisas binasının
kulesinden dört bir tarafa baktığı zaman, zekasına yabancı olmayan bu
hadisat mahşeri içerisinde şaşırıp kalmaz. Kendine aid olanları daha anlayışlı
bir meleke ile seçip tetkik sahasının içine ayırabilir. Meşgul olduğu
mevzu her ne ise ilmin yapmak zorundan kaldığı suni tecridler dışında
o mevzuun alakadar olduğu hayat cephelerini daha iyi görür, böylece kendi
mevzuunu daha salahiyetle kavramış bulunur.
Son yarım asırdan beri eskiden riyazi ve edip, şimdi fenci ve edebiyatçı
diye orta öğretim çağlarında gençlerimizin böyle iki istidat zümresine
ayrılması, irfan hayatımız için çok zararlı olmuş ve hakikaten kültürlü
adamların az yetişmelerinde bu ayrılık, en önemli sebeplerden birini teşkil
etmiştir, idadinin son sınıflarında iken kurulan liselerde okuduğumuz
zamanlar, bizim aramızda da bu sakat görüş hakimdi. Edebiyat derslerinin
en muvaffak talebelerinden olduğumuz halde benimle beraber iki arkadaşın
fen şubesine geçmemiz o zaman tuhaf görülmüştü. Bu iki arkadaşımın biri
bugün çocuk hastanesinin dahiliye mütehassıslığını muvafakiyetle yapan
doktor Rasim diğeri dimağ operatörü olarak Bakırköy birdirhanesinde mesleğinde
mühim bir mevki kazanmış olan doktor Hami'dir.
Misal olarak adlarını zikretmekle iftihar duyduğum bu iki değerli ilim
adamının talebelik zamanlarını şimdi hatırıma getiriyorum da tarih, edebiyat
ve felsefe gibi derslerde o devirdeki çalışmalarının ve muvaffak olmalarının
bugünkü mesleklerinde tesadüf ettikleri güçlükleri yenmekte nasıl büyük
bir yardım kaynağı olduğunu açıkça görüyorum. Umumî kültür esaslarını
gençlere verme vesilesiyle mükellef olan liselerimizin kuvvetli olması
için çok daha emekli çalışmalara ihtiyaç olduğunu söylemeye hacet yoktur.
Burada belirtmek istediğim nokta, şimdiye kadar müsbet ilim terbiyesi
almamış edebiyatçılar, klasik kültürden mahrum fencilerin tek cepheli
görüşlerinden kurtarılmalarıdır.
Medeniyet tarihi, içtimaiyat, metedoloji gibi mevzuları az veya çok öğrenmekte
ilerde fenne veya edebiyata intisap etmenin ne tesiri vardır? İlerde riyaziyeci
olacak bir genç devlet içtimaî müessesenin nasıl bir varlık olduğunu bilmemeli
mi? Yahut bir edebiyat müdekkiki namzedi, diğer ilimler arasında kendi
şubesinin nasıl bir mevkii olduğunu öğreten tatbiki mantık bilgilerinden
el çekmeli mi?
Bütün bu görüşlerimi, İstanbul Üniversitesinin,
aralarında yüksek Alman fen adamları da bulunan müsbet ilimler profesörlerimizin
bu mevzudaki bir raporlarından çıkardığım şu sözlerle tevsik edeceğim:
"Üniversitede tahsil için muayyen bir ihtisas bilgisi icab etmez.
Fakat talebenin umumî olmak üzere bir formasyon seviyesine yükselmiş olmaları
lazımdır. Bilfarz jeoloji profesörü talebenin jeoloji üzerinde yüksek
bilgisine kıymet vermez. Herşeyden evvel fikri olgunluğuna ve kavrama
kabiliyetine ehemmiyet verir ki bunlar muhtelif suretlerde ancak mekteplerde
temin olunabilir. Riyaziye tahsili için pek az riyaziye öğrenmiş olan,
fakat gramer üzerinde esaslı bilgileri bulunan ve metodik bir mektep tahsili
gören talebe daha çok kabiliyetlidir. AImanyada riyaziye ve tabiî ilimler
zümrelerinin tahsili için gerek jimnazyum, gerek yüksek ihtisas mektebi
olan ober real şuleden mezun talebe aynı suretle kabul edilmektedir. Halbuki
bu mekteplerin tahsilleri birbirinden tamamıyla farklıdır. Jimnazyum mezunlarının
daha az ihtisas bilgileri olmakla beraber eski lisanlara kuvvetle vukufları
ve daha iyi bir şekilde fikrî yetişmeleri vardır."
Klasik kültürün ne kadar ehemmiyeti olduğunu bu sözlerle belirtenlerin
hakiki ilim adamları ve fen mensupları bulundukların okuyucularımın unutmamalarını
rica ederim. Sahiden kültürlü adam, bu fikirleri söyleyenler gibi olur.
1 Mart 1937
*H.Âli Yücel - Pazartesi konuşmaları - 1998
|