ÇOCUK BAYRAMI MÜNASEBETİYLE ÇOCUK, ANA VE BABALARIYLE
RADYODA YAPTIĞI KONUŞMA ( * )

23 Nisan 1941


     Yurtdaşlarım!
Türklüğün yarını ve Türk Vatanının istikbali olan Türk çocuğu, biz hocalarla siz ana-babaların elindedir. Taşıdığımız bu şerefli mesuliyeti, her fırsatta düşünmek ve birbirimize düşündürmek, esaslı bir vazifemizdir, Çocuklarımız ve gençlerimiz hakkında aramızda gelişigüzel söz söyliyen ve onları ulu orta tenkid edenler az da olsa yok değildir. Ben bir baba ve bir hoca olarak bu sathi ve acele görüşlere asla inanmamış olmakla beraber bu meselede umumi bir hükme varmak için konuşuyoruz. Benim bu akşam söylemek istediğim şudur: Evlatlarımızın iç hayatları, maneviyatları, bir kelime ile ahlakları üstünde sizinle beraber düşünmek... Ana ve baba olanlar pek iyi takdir ederler ki çocuklara ait en büyük kaygu onların sıhhatleri kadar ahlaklarına da taalluk etmektedir. Kendileri için nice nice mahrumiyetleri, evlatları için her tünü fedakarlıkları kabul eden ana ile baba bilir ki, yetişmekte olan çocuk, eğer dürüst, ruhça temiz karakterce sağlam ve iyi ahlaklı olmazsa bütün emekleri boşuna harcanmış, bütün fedakarlıkları hiçbir işe yaramamış, netice olarak kendi ömürleri de heba olup gitmiştir Büyük sıkıntılar pahasına yavrularına temin ettikleri hayat, ekmek ve tahsil; ancak onların ahlaklı olmaları ile kıymetlenecekiir. Çocuk her zaman ananın babanın yanında olsa bu endişeleri azaltacak sebepler belki çoğalabilir. Fakat bugünün hayatı icabı çocuk pek çok zamanlar gözlerinden uzakta: okulda, atölyede dükkanda veya sokakta bulunduğu için devamlı surette murakabeleri mümkün değildir. Buna hem imkan yoktur, hem de gözden uzakta iken hali, anaya babaya emniyet vermiyen bir çocuk, esasen iyi terbiye görmüş sayılamaz. İlk üzüntüler, kendi çocuğumuzun başka çocuklarla temaslarından sonra görülen ufak tefek değişikliklerle başlar. Çocuğun konuşması, tavırları, itiyatlarınıza ve kendisine verdiğimiz itiyatlara uymadığı için beğenilmez. Bazı kafa tutmalar, terbiyesizce cevaplar çocuğun o günkü hayatı ve bilhassa ileriki yıllar için yüreğimizde titretici endişeler uyandırır. Burada dikkat edeceğimiz ehemmiyetli nokta, çocuğu bizzat düzeltmiye muktedir olamadığımız fena ya-kınlarından kurtarmıya çalışmak olduğu kadar, kendisine telkin etmeyi istediğimiz iyi hareketlerin zıddını kendimizin yapmamamızdır. Terbiye edici vaziyette bulunanlar, "şunu şöyle yapmalı, bunu böyle etmeli" derken görüş ve seziş kudretleri pek şiddetli ve taze olan çocuklar, bu kaideleri durmadan yık-tıkları halde, ana babaları ve hocaları tarafından kötü görünmiyen, hatta beğenilen insanları, mini mini dimağlarında muhakeme etmeğe başlarlar. Bu halde ana ile babanın ve hocanın anlaması icap eder ki, ruh ve ahlak terbiyesinde en büyük güçlük, çocuğa telkin edilmek istenilenle yaşanan hayat içinde vukubulan hadiseler arasındaki intibaksızlıktan doğmaktadır. Bu zıddiyetleri, bizim bile farkına varmadığımız halde sezen ve üstünde düşünen aynı çocuklar; bazan, insanlık tarihine adları geçmiş ahlak kahramanları gibi kendilerinden beklemediğimiz iyi hareketlerde bulunurlar. Gördükleri bir haksızlık karşısında isyan ederler, bulundukları muhitte iyi tanınmıyan insanların fenalıklarını yüzlerine söylerler ve onlardan nefret ederler. Çocuktaki bu Tanrı vergisi duyguya çok dik-kat etmeli. Ahlakın ölmez mebdei, mutlak ölçüsü, bütün faziletlerin, kahramanlıkların özü ve mayası bu duygudadır. Bu iç duyguya vicdan diyoruz. İyiyi fenadan bu duygu ile ayırdığımız, bu iç meleke ile iyiye sevgi, kötüden tiksinti hissettiğimizi unutmamalıyız. Şimdi ikinci mühim bir noktaya geliyorum: Çocukta vicdan dediğiniz bu iç duygu, kendi yaşında olanlarla daha küçük ve daha büyüklerin vücude getirdiği daha geniş bir münasebet şebekesi içinde kendini gösterecektir. Cemiyet dediğimiz bu karışık şebeke, tıpkı bir mıknatıs gibi iyilikleriyle de fenalıklariyle de, onu muhtelif istikametlere çekecektir. Zaten bir içtimai heyet, bir insan cemiyeti, tek tük mensuplarının bu iyi ve kötü, bu müsbet ve menfi hasletlerinin yekûnunu taşımaktadır. Şu halde bizden önce varolan ve bizden sonra da varolacak bulunan cemiyet ve milletimizin içine, iyi istidatlarla ve iyiye istidatlarla yeni unsurlar katmak her vatandaş için ilk vazife olmalıdır. Çünkü terbiye ve ahlak meselesinde çocuğun anasından ve babasından, hatta daha önceki analar ve babalarından alıp getirdiği iç duygular pek mühimdir. Ona veraset ediyoruz. Atalar mirasının kötürüm ettiği insanı, terbiye ile kamil ve mükemmel bir mahluk haline getirmek ne kadar güçtür. Birçok hastalıklara ve bilhassa alkolizme karşı hekimlerin ve sağlık koruyucularının açtıkları savaş, zannetmemelidir ki yalnız bu hastalıklara tutulanlar içindir. Bu savaş onlardan daha çok kendilerini takip edecek nesillerin, hiçbir kabahatleri olmadıkları halde uğraycakları masum felaketler içindir. Bu mevzuuda doktorlar ne kadar endişeli olurlarsa olsunlar ve bizlere ne kadar şiddetli lisan kullanırlarsa kullansınlar, ilerde uğranacak tehlikelere nisbetle çok hafif dav-ranmış sayılmalıdırlar. İşte veraset dediğimiz terbiye ve ahlakın bu ilk büyük hakikaını zikrettikten sonra umumî olarak ahlak terbiyesinin niteliğini ve vasıtalarını anlatmıya geçebiliriz. Bizim, evde, okulda ve dış hayatta çocuklarımızın elde etmelerini istediğimiz ahlak, onlarda haricî bir baskı ile değil, kendiliğinden, kendi isteklerinin verimi ile doğacak bir ahlaktır. Başkalarının haklanna ve içinde yaşadıkları cemiyetin anayasasına, kendi vlcdanlarının buyruğunu dinleyerek riayet etmekle, herhangi bir tazyikin neticesi olarak böyle hareket etmek, aynı ahlaki kıymeti asla ifade etmez. Hatta ikincisine ahlaklılık demek bile caiz değildir. Öyle anlar olur ki, her türlü kontroldan uzak bulunan bir fert, vicdanından gelen sesle herhangi bir ahlaksızlığı kendi kudretiyle menedebilsin. Bu, herhangi bir korku ile değil, vicdan dediğimiz temiz iç duygu ile olabilir. Çocuklarımızı fena itiyatlardan korumak için, bazı ailelerin yaptığı gibi onları cemiyetten tecrit etmek ve bir nevi mahpus rejimine tabi kılmak asla doğru değildir. Böyle yetişen çocuklar gençlik çağına ve daha serbest hayata girdikleri zaman bocalarlar ve çok kereler düşerler. Evlatlarımıza telkin edeceğimiz terbiye, bir münzevinin terbiyesi olmamalıdır. Her suretle kendini denemiye imkan verecek ve şahsiyetinin inkişafına müsait olacak bir yol takip etmeliyiz. Eski Osmanlı Cemiyetinin bazan alafrangalaştırılmış bir yadigarı olan bu tarz, hali vakti müsait aileler için varittir ki bu söylediklerimi onlar, boş zamanlarında derin derin düşünseler yeridir. Bu vesile ile, çocuklarımızın ahlakı davasını tek başına değil, bütün cemiyetin umumî ahlakı içinde mütalaa etmek lüzumunu hatırlatmalıyım. Canlı bir mahluk, tabiat dışına nasıl çıkamazsa. hangi cemiyetin içinde olursa olsun insan da fert olarak mensup olduğu büyük topluluğun haricinde varlığını devam ettiremez. Şu halde bir ağacın yaşaması için, o ağaç tabiatın yaşatıcı kudretlerinden nasıl istifade ediyor ve öldürücü kuvvetleriyle nasıl cenkleşiyorsa, fert de muhitinin müsbet kudretlerinden öyle istifade ve menfi kuvvetleriyle öyle mücadele etmelidir. Babalarımız buna nefse hakim olmak derlerdi. Vicdanımıza ve düşüncelerimize söz geçirebilmek demek olan bu üstün meleke vasıtasiyledir ki içimizdeki kinleri, hiddetleri yenebiliriz. Ve münasebetle bulunduğumuz insanları, eşya ve hadiseleri oldukları gibi görmekle, onlara karşı alacağınız tavır ve tedbirlerde yanılmıyabiliriz. Nefse hakim olmak kudretini kazandırmadığımız bir çocuğu hayata atarken, eline silah vermemiş ve silah kullanma öğretilmemiş bir askeri muharebeye yollamış gibi olduğumuzu iyice bilmeliyiz. O halde ne yapalım da çocuklarımızı bu en müessir korunma vasıtasiyle teçhiz edelim? Çocukken işitmiştim; üstübaşı perişan, eli yüzü yıllarca su görmemiş bir dervişe sormuşlar, erenler neye böyle pis ve bakımsız yaşayorsun? Derviş cevap vermiş, demiş ki; içimi temizlemekten dışımı temizlemeye vaktim olmuyor... Acaba hakikat böyle midir? Hiç zannetmiyorum ve aksine inanıyorum. Üst baş temizliğini ahlakî terbiyenin başlangıcı saymalıyız. Çünkü dış dediğimiz şey, iç dediğimiz şeyin görünüşünden başka değildir. Kendimize hürmetimiz, ahlâkımız, vücudumuza verdiğimiz kıymet ve ehemmiyetle başlar. Hapishaneleri dolduran zavallıların büyük ekseriyetinin, temizlenmeyi sevmiyen insanlar olduğunu inceden inceye tetkik eden alimler vardır. Cinayetle pisliğin, ahlakî hareketlerle sıhhat ve temizliğin derin bağı, münakaşa dışına çıkmış hakikatlerdendir. Temizlik ve tirandazlık, bilhassa çocuk için verilen itiyatlarla, hayatta intizamın ilk mübeşşirleridir. Tırnağının için-deki kirlerden iğrenmiyen, hiç de böyle göze çarpmamış bir çirkin ahlakî hareketten nasıl tiksinebilir? Çocuklarımızı kendilerini temiz tutmıya alıştırmak, vazifelerimizin başında gelir.
     Bundan sonra ikinci ana hedef, iştir. Birçok kötü hareketlerin can sıkıntısından doğduğunu bilmiyen var mıdır? Kimin canı sıkılabilir? İşsizin... O halde çocuklarımızı işle, okuldan önceki senelerinde yaşlarına göre oyuncaklariyle, açık havada hareketli oyunlariyle, okulda iken dersleri ve bunların dışında oyunlariyle meşgul etmek; basit bir vakit geçirme tertibi almak değildir, Vazifemiz, onları boş zamandan ve iç sıkıntısından kurtararak işliyen, şuurlu ve idrakli varlıklar haline getirip, ahlâkın menfi cihetlerin! düşünmiye dahi imkan verdirmemektir. İş, büyük gibi çocuğu da her türlü hayvanlıklardan kurtarır ve onu insanlığın hakikatine yükseltir. Bilmeliyiz ki hayata doğru mana verebilmek, ancak çalışarak kabildir. Şahsi saadetimiz buradan çıkar. Ve milletçe terakkimiz, bununla kabildir. Tembel, ahlaksızlığa davetsiz koşar. Çalışkan ve işliyen, kötülük yapmıya vakit bulamaz. Onun için spor ve bedeni terbiye edecek sıhhî ve güzel oyunlar, ahlâkın en büyük yardımcılarıdır.
Bizim neslimiz ve bizden önceki nesillerden olup da bugün yaşayanlar eski devirlerin çocukluk hayatında bizleri tehdit eden pek çok ahlaksızlıkların, memleketimizde sporun yayılmasiyle nasıl eriyip bittiğini pek iyi bilirler. Son yıllarda Cumhuriyet Hükümeti tarafından teşkilatlandırılan beden terbiyesi mükellefiyetini en tesirli ahlak terbiyesi vasıtalarından biri olarak görmeliyiz. Okullardaki izcilik teşkilatına karşı ana babaların sevgi göstermesini bu bakımdan rica ederim. Kasabaların dışına, civarda bir köye yürüyüş yapmak, vatanımızın cennet gibi köşelerini ıssız bırakmamak, dağlara çıkmak, açık havada günler ve geceler geçirmek için, bunların temin edeceği sıhhî ve ahlakî faideleri düşünmek kâfidir. Askerliğe hazırlık derslerinin evlatlarımızın yalnız vücutları değil, ahlakî ve millî terbiyeleri üzerindeki iyi tesirlerini görmemek kabil midir? Çocuklarımızın kampta geçirdikleri müşterek ve disiplinli cevval hayatın büyük kazancım, boş geçirecekleri günlerin kayıpları ile mukayese ediniz. Burada beden terbiyesi vardır. Burada vatan terbiyesi vardır. Burada askerlik ve ahlak terbiyesi, idare terbiyesi zeka ve maharet terbiyesi vardır. Buradakl terbiye, adeta yaşamak için gıdalardan beklenen bütün vasıfları taşımaktadır. Bu türlü vasıtalardır ki gence iyi vatandaş ve iyi insan olarak yetişme imkanlarını verebiliyor.
     Yurtdaşlarım,
Çocuklarımızla, yakın akrabanızdan olan çocuklarla, hatta hiç ta-nımadığımız memleket evlatlariyle yakından alakadar olunuz. Şimdiye kadar işaret ettiğimiz iyi duyguları çocukta hareket noktası olarak alıp oradan daha geniş ve daha şumullü bir ahlâka doğru açılmak, hepimiz için terbiyede millî hedeftir. Evlatlarımızda varlığına yüzde yüz inandığımız vatan ve millet severlik ruhu, bu gayeye varmanın en sarsılmaz dayangacıdır. Esasen vatanına ve milletine candan bağlı olan insanın ferdî ahlâkı, bu sevginin neticesi olacak ve feragatimiz, birbirimize bağlılığımız, bütün muamelelerimizde doğruluktan ayrılmayışımız, bu sevginin ciddiliği derecesine uygun bulunacaktır. Hakikaten cemiyet imanı ve ahlâkı ile şahsi iman ve ahlak arasında herhangi bir intibaksızlık mümkün değildir. Hem vatanını ve milletini sevmek, hem de feragatli, yardımsever, doğru vatandaşların şahsiyetlerine saygılı olmamak, kabil midir? Ahlâkın en bariz görünüşü diğerlerini düşünmek ve onlara yardım etmek olduğuna göre, hayatımızın her yüksek ve güzel hareketinde, kendimizden, kendi menfaat ve hatta hayatımızdan öyle bir vazgeçiş vardır ki, bu hal, varlığımızı kendimizden başkaları nazarında daima aziz ve daima muhterem kılar. Bu radyodan zaman zaman kahramanlık menkıbelerini dinlediğimiz Türk evlatlarına, hayatlarının en kutsal hareketlerini yaptıran iç duygu, vatan ve millet sevgisinin tabiî neticesi olan feragatten doğmuyor mu? Erzincan zelzelesi dolayısiyle, Türk Milleti, felakete uğrıyan kadeşlerinin yardımına bu duygu ile koşmadılar mı? Askerlerimize yünlü, pamuklu eşya temin etmek için Türk ailelerinin canlı ve verimli çalışması bu duygudan çıkmadı mı? Okullarımızdaki Gençlik, Kızılay, Kooperatif kurumları çocukların ahlakî ve millî ahlaklarını tekamül ettirmek, teşkilatlandırmak bakımından öğretmenlerimizin her günkü meşguliyetler sırasına, bu gaye ile girmemiş midir? Okullarla birlikte, bütün milletin Çocuk Esirgeme Kurumu'na karşı daha canlı bir bağlılığını beklememiz aynı ihtiyaçtan çıkmıyor mu? Millî hayatımız en yüksek ahlâkın mebdelerini bize verecek derecede kuvvetli ve zengindir. Ahlâklı olmayı, kendimizden başka insanlardan öğrenmiye muhtaç bir millet değiliz. Tarihimizin harikalı hadiseleri, her türlü güzel terbiyeye müsait bir manevi zemindir. Köylümüzün hayrete ve hürmete değer şahsiyeti, toprak terbiyesinden gelen derin realist duyguları içindeki vakur ve ihtiyatlı durumu; hepimizi kendi kendimizin fevkine çıkarabilecek, düşünceli bir ahlâk kaidesi telkin edecek yüksek kıymettedir. Bütün Türk Milletinin her ferdinde mevcut olan toprak ve ocak severlik ruhu, üzerine ferdî ve içtimai en büyük ahlâkı kurabileceğimiz sağlam ve ölmez temeldir. Bu temelde fert vicdaniyle millet vicdanının ahenkle bağdaştığını bilmeli ve gerçek saadetin bunda olduğunu unutmamalıyız.
     Sevgili Türk Çocukları,
Şimdiye kadar analarınız, babalarınızla konuştum. Fakat bu konuşma, ha-kikatte sizinledir ve sizin içindir. Yarın siz de bir Türk anası ve bir Türk babası olacaksınız. En uzak istikballerde, kucağnızdan vatan toprağı üstüne bı-rakacağınız Türk çocuklarının vücude getireceği ileri nesillerin dalgaları, daha mesut yarınlara uzanacak. Hepinizin bayramı kutlu olsun. Hepinizin gözlerinizi yüreğimden gelen sevgilerle öperim, yavrularım.

* 'Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçler', Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998 adlı eserden alınmıştır.

Bir Önceki Sayfa